“Asrın buluşu. Yaşamımızı da kökünden değiştirecek buluş”. “Garajında icat ettiği makineyle fizik yasalarını alt üst etti”. “Emekli öğretmenin geliştirdiği kendi kendine çalışan motor”. “Suyla çalışan araba geliştirildi”. “Uçak mühendisinin tek başına geliştirdiği havayla çalışan uçak tasarımı uluslararası ilgi gördü”. “NASA’dan teklif aldı ama o, buluşunun vatanında kalmasını yeğledi”… Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de bu tür haberler ara sıra medyaya konu olmayı başarır. Hatta bu türden haberler önemli bilimsel kurumların adı kullanılarak ve saygın kişilerin katılımı sağlanarak bir ciddiyet havası içinde medyanın ilgi odağı olabiliyor.
Tabii ki bu zarif sahtekârlık kokan cümleler sadece bilim dünyasında kurulmaz; günümüzde hala zihinlerde canlı olan “Çiftlik Bank”, “Sahte Bal” üreticileri ve “Bu ürünü deponuza koyun yakıt tasarrufu elde edin” gibi örneklerle birçok alanda bu sahtekârlık devam etmekte. Bu “yiğit” insanlar ürün tanıtımlarında ülkenin önde gelen üniversitelerinden alınan “Onay” belgelerini televizyon programlarında çekinmeden gösterirler. Aslında çekinmelerine gerekte yok, çünkü bu belgelerin çoğu üniversitelerin verdiği olumsuz belgelerdir ve kişinin istediği şey de tam olarak budur; yani kurumun antetli raporudur, bu raporun olumlu olmayacağını kendisi de bilir (ki ekranlarda gösterilen belgelerde kurum amblemi dışında pek bir şey okunmaz)… Tüm bunların kök nedeni insanın yeme-içme gibi doğal bağımlılık seviyesindeki bir ihtiyacından; “inanma isteği”nden kaynaklanır. Aşk, din, sahtekârlık bu güdü üzerinden yükselir. Ama biz akşam eve rahat gidebilmek için bu işin sadece bilim tarafını ele alalım.
Bilim insanoğlunun yöntemli bir şekilde evreni anlama çabasıdır. Mutlak bir gerçekten daha çok yanlışlığı kanıtlanabilir, sınanabilir bilginin peşindedir. Yani doğruluğu kanıtlanamıyorsa yanlışlığının kanıtlanması büyük bir başarı, hatta doğruluğunun dolaylı olarak sınanması gibidir, bu yöntemi en çok matematikçiler kullanır çünkü soyut çalışırlar, tüm iş ekipmanları kâğıt ve kalemdir. Bilginin üretilmesinde bilim insanlarının kişisel duygu ve zaaflarının etkisi en aza indirilmeye çalışılır, çünkü bilimde “bence” yoktur.
Dünyanın enerji sorununu kökten çözecek ucuz yöntemler ve makineler bulma çabası, geçmiş yüzyıllarda birçok bilim insanını meşgul etti. Devridaim makinesi fiziksel anlamda dışarıdan enerji alımına gerek duymadan kendi kendine sonsuza dek hareket eden kuramsal bir makine demektir. Bugünkü genel kullanımı çerçevesinde tanımı biraz daraltacak olursak, devridaim makinesi, dışarıdan hiçbir enerjiye (yakıt, ısı, hareket vb.) gereksinim duymaksızın, kullanılabilir hareket ya da elektrik enerjisi üretip dışarıya aktaran bir makinedir. Sistem bir miktar enerji verilerek harekete geçirildikten sonra hiçbir zaman enerjiye gereksinim duymaz ve sonsuza dek durmadan enerji üretir. Böylesine büyük vaatleri ve sonuçları olan, insanoğlunun enerji sorununu kökten çözecek bir buluş yapma düşü, tarih boyunca insanların ilgisini çekti. Bilinen en eski devridaim makinesi, 1150 yılında Hintli matematikçi ve gökbilimci Bhaskara’nın geliştirdiği bir çark sistemidir.
20. yüzyıldaysa bu tür araştırmalar ve uğraşlar daha çok amatör araştırmacıların ilgi alanı oldu; hâlâ da olmakta. Ne yazık ki konunun toplumun gözündeki çekiciliği ve vaat ettiği getirilerin büyüklüğü, birçok bilim dışı insan ve bunlardan çıkar uman kişiler için de bitmez tükenmez bir hazine olarak görülüp kötüye kullanılıyor. Geliştirilen devridaim makinelerinin teknik ayrıntıları çok karmaşık olabilir; mekanik, elektrik, elektromanyetik, kimyasal işlemler kullanılmış olabilir ya da çok başvurulan bir yöntem olarak “gizlilik ilkesi” ne sığınarak teknik ayrıntılar açıklanmamış olabilir.
Orta çağdan günümüze kadar bu konuda ortaya atılan düşüncelerin ve başarılı olduğu ileri sürülen makinelerin sayısı binlercedir. Hatta bu konuda alınan patent sayısı da yüzlercedir. Günümüzde bile dünyada elinde tasarımlarıyla ya da garajında kurduğu makinelerle patent ofislerinin, bilimsel araştırma merkezlerinin ve medya kuruluşlarının kapılarını aşındıran birçok mucit vardır. Farklı ilkelerle çalışan bu binlerce icadın tek bir ortak özelliği vardır: Hiçbiri uygulamada başarılı olamamıştır. Eğer biri bile başarılı olsaydı, bugün daha farklı bir dünyada yaşıyor olurduk.
Başarısız olmalarının nedeni, biraz temel fizik bilgisi olanlar için çok açıktır. Devridaim makineleri, kuramsal olarak termodinamik yasalarıyla çelişir. Termodinamiğin birinci yasası, enerjinin korunumudur ve bize şunu söyler: Enerji bir biçimden bir başkasına dönüşse de toplam enerji her zaman sabittir; enerji yok edilemez, yoktan var edilemez. Enerji doğada değişik biçimlerde bulunur: Isı (termal), hareket (kinetik), elektrik, manyetik, ışık (elektromanyetik), kimyasal, nükleer ve yerçekimi potansiyel enerjisi gibi. Bütün doğal olaylarda ve kullandığımız makinelerde enerji bir biçimden başka bir biçime dönüşür. Hidroelektrik santraller suyun potansiyel enerjisini önce hareket(kinetik), sonra da elektrik enerjisine dönüştürür. Araba motorları benzindeki kimyasal enerjiyi hareket enerjisine çevirir. Başlangıçta 100 birim enerji varsa, en sonda da değişik biçimlerdeki enerjinin toplamı 100 birimdir. Bir alet geliştirip 100 verip 101 almak olanaksızdır. Devridaim makinelerinin ihlal ettiği bir başka temel fizik kuramı termodinamiğin ikinci yasası olan entropidir. Bütün doğal olaylarda düzensizlik (entropi) artar. Örneğin dağın tepesinde duran bir taşın, yerçekimi potansiyel enerjisi vardır. Taş vadiye yuvarlandığında bu enerji önce hareket (kinetik) enerjisine dönüşür. Taş hareketsiz duruma ulaştığında sürtünme ve çarpmalardan dolayı bütün enerji artık ısı enerjisine dönüşmüştür. Başlangıçtaki yerçekimi potansiyel enerjisi 100 birimse, son durumda çevreye yayılmış olan ısı enerjisi de 100 birim olur. Bu termodinamiğin birinci yasasıdır. İkinci yasanın öngördüğüyse taşın yuvarlanmasının yönüyle ilgilidir. Taş kendiliğinden vadiye yuvarlanır ve durur. Düzensizlik artmıştır ve bu doğaldır. Ama hiçbir şekilde çevredeki ısı taşta yeniden toplanıp taşı ilk bulunduğu noktaya çıkaramaz. Vadinin dibindeki taş ve çevreye yayılmış ısı durumu, dağın tepesinde duran taşa göre daha düzensiz bir durumdur. Bütün doğal olaylar daha düzensiz bir duruma doğru akar. Kendiliğinden dağa çıkan bir taş görmememizin fiziksel açıklaması budur. Tabii ki esnek bir düzenek kurup (trambolin gibi) düşen taşı, kendi enerjisiyle geriye fırlatmasını sağlayabiliriz. Ama ne kadar mükemmel bir düzenek kurarsak kuralım, fazladan enerji harcanmadan 100 m’den düşen taş yeniden 100 m’ye ulaşamaz. Yani %100 verimli bir makine hiç bir zaman yapılamaz. Kullanılabilir enerji her zaman azalır. Bu teknolojik bir problem değil, bir fizik yasasıdır. Termodinamiğin birinci yasası, “başta 100 birim toplam enerji varsa sonda da 100 birim vardır” der. İkinci yasaysa “başlangıçta 100 birim yararlı enerji varsa, son durumda bu miktar 100 birimden kesinlikle az olacaktır” der.
İşin felsefesi ise Termodinamiğin ikinci yasasında şunu der; evren bir bütün halinde ölüyor. Bu yasa bir bakıma Yaratıcının varlığını ve evrenin sonunun geleceğini kanıtlar…
Bilim insanları ne kadar uyarırsa uyarsın, yüzyıllardır süregelen devridaim makinesi yapmaya çalışanlar, bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle daha karmaşık düzenekler ve daha ileri teknolojili modellerle ortaya çıkmayı sürdürecektir. Bildiğimiz kadarıyla dünyada çalışan tek devridaim makinesi, patent ofislerinin dönen kapılarıdır: Bu kapılar, hiçbir enerji gerektirmeden, devridaim makinesi icat ettiğini ileri sürenler sayesinde sonsuza kadar dönmeye devam edecek gibi görünüyor.
Kaynakça:
- R.Tanel, 2006, Termo. İkinci Yasası ve Entropi K. Ö. İ. Ö. Y. E. İ., İzmir, Dokuz Eylül Üni.
- M.Guillen(PH.D), 2001, Dünyayı Değ.B.D., Ankara, Tübitak P.B.K.
- Y.Ekinci, Doç.Dr.(İsviçre Federal Tek. Ens., Zürih), 70, 12-2008, Ankara, BTD.