Birleşik Krallık’ın iddialı hidrojen hedefleri, ağır taşımacılık ve endüstriyi dönüştürmeyi vadediyor. Vattenfall Networks İş Geliştirme Müdürü Suzanna Lashford, bu yolun acil dikkat gerektiren şebeke ve ekonomik engellerle dolu olduğu konusunda uyarıyor.
Hidrojen son yıllarda hem politika yapıcıların hem de sektör liderlerinin hayal gücünü ele geçiriyor. Birleşik Krallık hidrojen stratejisinde, 2030 yılına kadar en az yarısı yenilenebilir enerjiden elde edilen yeşil hidrojen olmak üzere 10 GW hidrojen üretim kapasitesi hedefliyor. Bu küresel eğilimlerle de uyumlu; Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) hidrojenin 2050 yılına kadar toplam nihai enerji tüketiminin %10’unu oluşturacağını öngörüyor. Medya kuruluşları, hidrojeni net sıfır hedeflerine ulaşmak için “sihirli bir değnek” olarak gösteriyor. Bu iyimserliği biraz yumuşatan Suzanna Lashford, “Hidrojen düşük karbon ekonomisinin hayati bir parçası, ancak rolü hala gelişiyor. Geliştiricilerden büyük ilgi görüyoruz, ancak pazar henüz emekleme aşamasında ve önemli altyapı zorlukları devam ediyor” diyor.
Şebeke bilmecesi
Oldukça enerji yoğun olan elektroliz yoluyla hidrojen üretimi; örneğin, 20 MW’lık tek bir elektrolizör, milyonlarca sterline mal olan şebeke bağlantıları ve sürekli yenilenebilir elektrik kaynağı gerektiriyor. Hidrojen tesislerinin konumunun genellikle limanlara, yük merkezlerine ve sanayi bölgelerine, yani zaten şebeke kısıtlamalarıyla boğuşan alanlara yakınlığa göre belirlendiğini söyleyen Lashford, “Limanlar iyi bir örnek. Hidrojen dağıtımı için kritik düğüm noktalarıdır ancak aynı zamanda temel operasyonlarını elektriklendirmek için de mücadele etmektedir. Karışıma hidrojen üretiminin eklenmesi bu zorlukları daha da artırıyor” açıklamasında bulunuyor.
En büyük engellerden birini uyumlu bir düzenleyici çerçevenin olmaması oluşturuyor Birleşik Krallık hükümet iddialı hedefler belirlemiş olsa da bunlara ulaşmanın yolu belirsizliğini koruyor. Talep yaratmak için hidrojen altyapısına önemli miktarda yatırım yapılması gerekiyor ancak bu talep güvenilir ve uygun fiyatlı bir hidrojen arzı olmadan gerçekleşmiyor. Bir başka engelin de yeşil hidrojenin ekonomik fizibilitesi olduğunu belirten Lashford,şu anda yenilenebilir enerji geliştiricilerinin elektriği hidrojen üretimine yönlendirmek yerine doğrudan şebekeye satmayı daha karlı bulduklarını belirtiyor. Bu ekonomik gerçeklik gelişim hızını sınırlıyor.
Bu heyecan neden?
Bu zorluklara rağmen hidrojen önemli bir heyecan yaratmaya devam ediyor. Bunun bir kısmını gaz endüstrisinin stratejik lobi faaliyetlerine bağlayan Lashford, “Gaz piyasası, hidrojeni şebekelerini genişletmeyi meşrulaştırmanın bir yolu olarak görüyor. Bu olmadan, geleneksel iş modelleri eskimekle karşı karşıya. Sıkı bir lobi faaliyeti yürüttüler ve hükümet desteği de bunu takip etti. Hidrojenin cazibesi çok yönlülüğünde de yatıyor. Ağır taşımacılık ve deniz taşımacılığı gibi elektrifikasyonun tek başına yeterli olmayabileceği sektörler için düşük karbonlu bir yakıt alternatifi sunuyor. Mükemmel değil ancak belirli uygulamalar için elimizdeki en iyi seçenek” ifadelerini kullanıyor.
Sektörler arası iş birliğinin bu zorlukların üstesinden gelmenin anahtarı olduğuna inanan Lashford, “Devlet sübvansiyonları, şebeke iyileştirmeleri ve yenilikçi ortaklıklar şart” diyor. İsveç ve İskoçya’daki pilot projelerde görüldüğü gibi, elektrolizörlerin yenilenebilir enerji kaynaklarıyla birlikte konumlandırılması gibi girişimler umut verici modeller sunuyor. Bu kurulumlar iletim kayıplarını azaltıyor ve yeşil hidrojenin finansal uygulanabilirliğini artırıyor. Vattenfall da yenilenebilir enerji alanındaki uzmanlığından yararlanarak bu tür yaklaşımları araştırıyor. Lashford, “Danışmanlığımız, geliştiricilerin şebeke kısıtlamalarını aşmalarına ve uygulanabilir proje konumlarını belirlemelerine yardımcı oluyor. Ayrıca hidrojen geliştiricileri için şebeke bağlantılarını daha uygun maliyetli hale getirmek için çalışıyoruz” diye ekliyor.